Ahmet Kireççi, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yılında, Mersin’de dünyaya gelir. Savaşın yarattığı sefalet ve yoksulluğun hüküm sürdüğü o günlerde, çoğunluğun değişmeyen yazgısı olarak Ahmet de erken yaşlarda omuzlamaya başlar hayatın yükünü. Daha yeniyetmeyken bir fırında çalışmaya başlayıp, kocaman un çuvallarını pamuk balyası gibi birer ikişer kaldırır. Bu güçlü kuvvetli genç bir gün tesadüfen oradan geçmekte olan Mersin İtfaiye Komutanı Memduh Bey’in dikkatini çeker. Ahmet buralarda harcanmamalı, sporcu olarak şampiyonalara katılarak Türk’ün gücünü bütün dünyaya göstermelidir.

Memduh Bey’in elinden tuttuğu Ahmet önce boksu dener ve “Öküz Deviren Hasan” namlı rakibini ilk yumrukta devirir. Gelgelelim adamın yerde bir süre kendine gelememesi onu fazlasıyla korkutur ve bokstan soğur. Kısa süren bir atletizm macerasının ardından Memduh Bey bu defa onu daha yatkın olduğunu düşündüğü güreşe yöneltir. Nitekim içindeki cevheri baştan beri gördüğü bu genç onu yanıltmaz; yerel müsabakalarda Pehlivan Ahmet’in sırtı yere gelmeyecektir.

Güngörmüş bir adam olan Memduh Bey, büyük sporcuların ancak büyük kentlerde yetişeceğini çok iyi bilmektedir. Bu nedenle Ahmet’i İstanbul güreş ajanı olan arkadaşı İsmail Hakkı Vefa’ya yollar. Kumkapı Güreş Kulübü’ne kaydolan Ahmet’e kulüp yatacak yer verir ve yakınlardaki bir fırında iş bulur. Burada kendini geliştir ve ünü kısa zamanda tüm İstanbul’da duyulur. O artık milli takımın değişmez bir elemanı, Mersinli Ahmet’tir.

1932 yılında katıldığı Balkan Oyunları, onun ay yıldızlı mayoyla şampiyon olarak ulusumuzun göğsünü kabarttığı ilk uluslararası karşılaşması olur. 5 madalya ile dönülen bu şampiyona aynı zamanda Türk güreş takımının uluslararası ilk önemli başarısı olacaktır. 1936 yılında Berlin Olimpiyatları’nda serbest stilde elde ettiği üçüncülük ise Cumhuriyet tarihimize ilk olimpiyat madalyamız olarak işlenir. Kaldı ki o yıl Berlin’deki bir diğer güreşçimiz olan Yaşar Erkan da ülkemize olimpiyatlardaki ilk altın madalyayı kazandırarak yine büyük bir başarıya imza atacaktır. Aldığı galibiyetlerle insanımızı bir sevinç seli halinde sokağa döken güreş milli takımımızı Atamız, yurda dönüşlerinde Dolmabahçe Sarayı’nın giriş merdivenlerinde gurur dolu bakışlarla karşılar.

Atatürk gibi güreşi çok seven bir devlet adamının ilgi ve desteğiyle bu sporda çok önemli gelişmeler sağlanır. Büyük Önder düzenlettiği uluslararası turnuvalarla güreşçilerimizin milli tecrübeyi yaşamalarını ister. Bunlardan birinde 1936 Yazında Alman Milli Güreş takımı İstanbul’a davet edilir. Güreş takımımızın üstünlüğüyle sonuçlanan bu ikili turnuvada Mersinli Ahmet yine bir destan yazacak, yenilmez armadaki Alman rakibini kısa sürede sırt üstü mindere serecektir. 

Aynı yıl, yunus balığı sütü ile beslendiği söylenen 2.12 metre boyunda ve 130 kilo ağırlığındaki Rus Güreşçi Pilnov ile yaptığı özel karşılaşma da unutulmazlar arasına girer. Boyunduruğu vurup mindere yapıştırdığı bu iri kıyım rakibini iki defa tuşa getirmesine rağmen Rus güreşçiyi kollayan hakem yüzünden bir türlü galip sayılmaz ve güreşe devam ettirilir. 79 kilodaki Ahmet bu defa rakibini bir un çuvalı gibi kaldırıp sırt üstü mindere yapıştır ve hakemin düdüğüne rağmen rakibinin üstünden kalkmaz. Hakem, Ahmet’i bu defa kolundan tutarak kaldırmak isteyince “Başkan kalk demeden mümkünü yok kalkmam” der. Ancak kafile başkanı “pehlivan oldu kalk ” deyince kalkmaya razı olur.

1936 yılı dev bir aşkın tohumlarının atıldığı da bir yıl olur.  Onu bir fırın işçisi olarak tesadüfen gören ve ilk görüşte âşık olan Safiye Ayla, onca hizmetlisi varken sırf Ahmet’i görebilmek için çalıştığı fırına halktan biri gibi gelip ekmek almaya başlar. Bir süre sonra bu sarışın yeşil gözlü geniş omuzlu gencin gönlünü çelmeyi başarır ve aralarında bir ilişki başlar. Safiye’nin, Ahmet’in güreşi bırakarak kendi yaşam tarzına uymasını istemesi üzerine bir süredir devam eden bu ilişki bozulacaktır. Zira Ahmet, Safiye’nin saray yavrusu evindeki kuş tüyü yastıklarda değil, ter döktüğü sert branda minderlerde daha mutludur.

Mersinli Ahmet’in profesyonel spor macerasının son durağı minderde Türk fırtınasının estiği 1948 Londra Olimpiyatları olur. 

Bu aynı zamanda yabancı gazete manşetlerinin “Türk gibi kuvvetli” başlığı ile çıktığı zamandır. Mersinli Ahmet sıcakkanlı ve delişmen halleriyle olimpiyat köyünde kısa zamanda herkesin sevgisini kazanır. Hatta İngiltere Kraliçesi bile onu görmek için özel olarak gelir.  Öte yandan ona buna “Hello” diye laf attığından artık “Mr. Hello” diye çağrılmaya başlanır. Mr. Hello’nun dazlak kafası yabancı sporcuların uğuru olacaktır. Öyle ki önce Ahmet’in kafasına bir öpücük kondurulup sonra karşılaşmaya çıkılır olur. Ahmet, bu olimpiyatlarda grekoromen stilde birbirinden güçlü rakiplerini devirerek Olimpiyat Şampiyonu olur. 

Ertesi yıl 1949’da güreşmeyi zirvedeyken bırakır fakat güreşçileri bırakamaz, son gününe kadar genç güreşçilerle ilgilenerek ata sporumuzu yaşatmaya devam eder. Bu arada “Cihan Pehlivanı” olarak döndüğü memleketi Mersin’de sokakta görüp ilk bakışta âşık olduğu bir kızla evlenir, mutlu bir yuva kurar. Geçimini sürdürmek için bir de kıraathane açar. “Olimpiyat” ismini verdiği bu mekanın duvarlarını güreş macerasını anlatan fotoğraflarla bezer. Onu görmek için buraya gelen ziyaretçileriyle geçmiş günleri yad eder. 

Mersinli Ahmet namı diğer “Toros Kaplanı” geçirdiği bir trafik kazası sonucu 1978 yılında aramızdan ayrılır. Ruhu şad olsun.

Nuray Okutucu

Kaynakça:

Kemal Ateş, Neşter ve Madalya, 2015,  Destek Yayınları.

Hamit Turhan, İstanbul Güreş İhtisas Klubü-1919, 2015, Kırk Yayınevi.

Kemal İstek, Cihan Pehlivanı Mersinli Ahmet, 2013, Berikan Ofset.