Nuray Okutucu :”Sayın hocam, Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi’nin tarihçesi hakkında  bilgi verebilir misiniz ?”

Semavi Eyice :”Osmanlı mimarlık bir reform bir değişiklik oluyor. 18.yy’ın başından itibaren Avrupa’daki sanat ceryanı, Osmanlı Türk sanatına da girmiş oluyor. Avrupa’daki bazı zevkler ve modalar Türk sanatına da sızmış oluyor. Bu önce hafif sızıntılar halinde dekorasyonda olan bir sızıntı. Bunun örnekleri mesela Sultan Ahmet Çeşmesi dediğimiz III.Ahmed zamanında yapılan çeşmede görüyoruz.

Bu çeşme Türk karakteri itibarıyla, ondan sonra sebilleriyle çeşmesiyle vs. ile bazı çizgileri bazı detayları bazı ayrıntıları tamamen Türk geleneklerine uygun fakat dekorasyonunda öyle bazı şeyler var ki tamamen Batı sanatından alınma. Ve böylelikle muhteşem bir eser meydana gelmiş oluyor. 

Aynı şekilde Ayasofya’nın içinde de I.Mahmut zamanında yapılmış olan şadırvan bir tane. O da bir kademe daha ileri Sultan Ahmed Çeşmesi’nden. Sultan Ahmed çeşmesi 18.yy’da batılılaşmaya ilk işaretlerden biri. Bu daha genç devirde 18.yy’dan beri tarihte daha süslü daha bir dekore edilmiş başka bir şadırvan yok bu şekilde. Büyük camilerin hiç birinde daha zengin süslemeli, tamamen dekorasyonu yabancı, mimaride Batılıya doğru gidiş var. II.Mahmut da bir tane Batılıya uygun bir yapı yaptırıyor, Sultan Mahmut, Cevri Kalfa Mektebi’ni yaptırırken. Mimarını bilmiyoruz. 

Sıbyan mekteplerini tetkik edecek olursak Osmanlı devrinde birçok sıbyan mektebi yapılmış. Yalnız dikkat edilecek olursa, nasıl bazen müstakil tek başına olanları var fakat genellikle bunlar  bir külliyenin bir caminin parçası gibi yapılmış, fakat tek başına yapılanları da var. Bunlar genellikle iki katlı binalar, alt katlarında bir tuvalet bir şeyce personel odası, bir de ya sebil ya çeşme var, umumi bir çeşme. Bir merdivenle yukarı çıkılıyor, bir tek odadan ibaret. Fakat bu oda gayet zengin bir surette süslenmiş oluyor. Muhakkak bol pencereli aydınlık ve bir de ocağı var ısıtma için. Bazıları daha zengin olanların yukarı katında bir verandası var. Bunlar bu sistem üzerine inşa ediliyor. 

Bu tip sıbyan mektepleri bir hayli var. İstanbul’da belli başlı hayrat binalarına bir sıbyan mektebi yapılmış. Bu sisteme göre, bazen bir medresenin eki olarak bazen de bir caminin eki olarak onun bir duvarının köşesine yapılmış. Bazen tek başına yapılanlar da var. Mesela Aksaray’da Horhor Yokuşu’nda İstanbul Üniversitesi’ne ait Suphi Paşa konağı vardır. Onun karşısında Süleyman Paşa Sıbyan Mektebi başlı başına tek bir bina olarak yapılmıştır. Böyle caddeye doğru çıkık sıbyan mektebidir. Sıbyan mekteplerinin çoğu yıkıldı, yokoldu gitti. Fakat sıbyan mektepleri prensip itibarıyla mimarisi budur bütün Osmanlı devrinde. Ta ki Sultan Mahmut zamanına gelinceye kadar. 

Sultan II.Mahmut bir sıbyan mektebi yaptırıyor ki bu sistemin tamamen dışında, yani doğrudan doğruya bir okul binası şeklinde bir bina yapılıyor. İçinde odalar var, bölümler var, bol pencereler var vs. Fakat gelenekten  de vazgeçilmiyor, altında çeşme ve sebiller oluşu. Cevri Kalfa Mektebi, Sultanahmet Meydanı’na bakan cephesinde bir çeşme vardır. Aynı zamanda o pencerelerin alt katlarında gözler vardır, sebildir. Su dağıtılıyordu, gelip geçen ordan şerbet içiyordu, su içiyordu, hayrattı. 

O vakıf (Türk Edebiyatı Vakfı) burayı aldıktan sonra, merhum Ahmet Kabaklı bunun başında, gazeteciydi, köşe yazarıydı. Yayınladıkları kitapları dergileri kolay teşhir etmek için onun parmaklıklarını kaldırdı. Camekanlar çıksında kitaplar caddeden kolay görülebilsin diye. Ben kendisine telefon ettim. Bunu yaptınız ama binanın karakterini bozdunuz. Onun sebil olduğunu ifade eden, altında su verme gözleri olan şebekeler vardı. Bereket, Türk sanatına ve kültürüne bağlılığı olan biriydi. Parmaklıklar tekrar takıldı yerine. 

Bina Avrupa mimarisine göre ampir üslupta yapılmış bir bina. Zaten Mahmut’un kendi türbesi de ampir üslubunun yeni Avrupa’nın Napolyon devri üslubunun bir taklidi olarak biraz ilerde Divanyolu Caddesi’nin üstünde. Biliyorsunuz türbesi var orada . Orada hatta yuvarlak bir Yunan mabedi gibi ortasında sebil var. Onun üzerine parmaklığın arkasında pek çok mezar var. O tamamen Avrupa mimarisinin bize intikal etmiş şekli. Tabii bu okul olarak kullanılmış. Osmanlı devri bittikten sonra bunu ilkokula çevirmiş, çünkü içerisi müsait olduğu için. Diğerleri gibi tek odadan ibaret değil, birçok odalar var. Binaenaleyh bir ilkokul olmuş rahatça bu Sultanahmet bilmem kaçıncı ilkokulu diye, bunu kullanmışlar. 

Fakat o sırada bir kanun çıkıyor.1929’larda Nurettin Can Gülekli eski eserlerle ilgili yönetmelikler ve kanunlar diye, yani belli başlı kanunları bir kitap halinde toplamışlar. Resmi binalardan Osmanlı tuğralarının ve kitabelerinin kaldırılması hususunda bir kanun çıkıyor. Onun üzerine bazı şeyler o binaları kullanan amirler, işi gücü bırakıyorlar, taşçı ustası çağırıyorlar, taşçı kalemiyle takır takır o armaları Osmanlı tuğralarını veya kitabeleri kazıyorlar. Bunları çimento ile sıvıyorlar, bazıları üzerini kapatıyorlar. Artık duruma göre, buradaki okul müdürü de “gayretini” esirgemiyor, bu tuğrayı kazıtmaya girişiyor. Şimdi bazıları başarmışlardır. Kitabeleri komple kazıtmışlardır. Müdür beyin emriyle adam merdiveni dayamış takır takır kazımaya başlamış. Benim bildiğim müzeler müdürü Halil Ethem Bey oradan tesadüfen geçiyor, geçerken durumu görüyor, “Napıyorsun?” diyor ,”Müdür bey emretti kırıyorum” diye cevaplıyor, ”İn aşağı çabuk “ falan diyor ve kitabenin kırılmasını durduruyor. 

Bugün gidip bakarsanız, kitabe yukarıdan kazınmaya başlamıştır, bir yerde bıçakla kesilmiş gibi durur. Sağdan itibaren bak, ondan sonrası sapasağlam duruyor. Atatürk nazarında saygı duyulan bir adam. Sonradan milletvekili fakan da olmuştur. İslam Ansiklopedisi için bu yazıyı yazdığımda kimin engel olduğu konusunda tartışma çıkmıştı. O devri ben yaşadım, o işi engellemek bilmem ne efendiyi aşar. Cumhuriyet nazarında ağırlığı olan bir kimse yapabilir. Ansiklopedide o yazıyı değiştirmişler, ihtimal vermiyorum. 

Bir süre ilkokul olarak kullanılmaya devam etmiş, fakat orada ev kalmadığı için. Daha önce Yerebatan’ın üstünde evler varmış, onları yıktılar. Bir de orada konaklar vardı.Yerebatan’ın üstünde mesela Esat Efendi’nin Konağı vardı. Hatta onun özel bir hamamı vardı, minik bir tane, o duruyordu. Onu da üzerini belediye düzeltirken, o hamamı da kaldırdılar ortadan. Küçük bir tane özel konak hamamı. Şair Nigar Hanım’ın Konağı vardı. Sağlık müzesi olan bina falan. Ekabir takımın konaklarının olduğu bir yer. Hatta arkasında Esat Efendi vakıf kütüphanesi yapılmıştır. Halıcı olmuş en son. Millet kitap okusun, nama dua okusun demiş, son vakıf kütüphanesidir o. Biraz kapalı kaldı okul. Anıtlar Yüksek Kurulu da istemiş. Ben üyeydim orada. Fakat olmadı. Türk Edebiyatı Vakfı aldı arkasından orayı. Mimarisini bozmamaları lazım.

Eski tiplede eyvan da oluyordu. Eski Selçuklu mimarisinde eyvan esastır. Osmanlı, eyvana pek itibar etmemiş, kubbeyi tercih etmişlerdir. Yalnız İstanbul’da bir iki sıbyan mektebinde eyvan vardır. Bunlardan bir tanesi Beyazıt Külliyesi’nin sıbyan mektebidir. Arkasında helalar vardı ya, arkasında sıbyan mektebi vardır. İki bloktan oluşmuştur, bir tanesi sıbyan mektebidir, kapalı kısmıdır, diğeri de eyvandır, yan yana. Rektör Sındık Sami zamanında kütüphane yapmaya kalkıştı, “Ya hoca olmaz  bu iş, orası rutubetli” dedik .”Vakıf kütüphanesi yapıcam” dedi. Bütün itirazlara rağmen yaptı, yürütemedi, bir müddet sonra kapandı. O kütüphanedeki kitaplar Beyazıt Milli Kütüphanesi’ne verilmiş. Diğeri Süleymaniye Camii’nin arkasında İshak Paşa Sıbyan Mektebi’dir. Sıbyan mektebi geleneğinin de son aşamasıdır Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi. Eskiler iki yüz üç yüz yıl devam etmiş, Mahmut’la birlikte bitmiş. Ondan sonra da zaten sıbyan mektebi yapılmıyor. Ondan sonra normal okul binaları yapıyorlar.”

7 Aralık 2013 Bostancı

Nuray Okutucu

Leave A Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir