Ünlü İtalyan seyyah ve yazar Edmondo De Amicis 19. yüzyıl İstanbul’unu anlatan kitabında,”Şimdi Altın Boynuz’un iki sahilini dolaşarak, bütün İstanbul’u kuş bakışı gördükten sonra, İstanbul’un kalbine girmek, ve Kapalıçarşı denen o dünyaca meşhur, ezeli ve ebedi panayırı, harikalar, hazineler ve tarih hatıralarıyla dolu o gizli ve loş şehri görmek zamanıdır…” diye söze başlar. Beyazıt ve Çemberlitaş tepeleri arasından Haliç’e uzanan bir hat üzerinde kurulu olan bu mekan, tarihi ve mimari açıdan şehrin en özel yapılarından biri. Osmanlı’nın “Şehir oldur ki cum’a kılınur, pazarı durur” anlayışından türeyen bu çarşının inşasına fethin ardından 1461 yılında başlanmış. Yapının çekirdeğini oluşturan Cevahir ve Sandal bedestenlerinin etrafı zamanla açık pazarlarla çevrelenip, üstleri tonoz çatılarla örtülerek kapalı bir çarşı haline getirilmiş. Yapı, kuruluşundan bugüne pek çok yangın ve depreme maruz kalıp büyük ölçüde zarar görse de kendine has mimari karakterini hiçbir zaman kaybetmemiş.
İmparatorluk ekonomisinin kalbinin attığı bu mekan, başta değerli kumaşlar, altın, mücevherat ve silahlar olmak üzere pek çok malın ticaret, tasarım ve üretiminin yapıldığı bir merkez olmuş. Şimdilerde ise çarşı esnafı dericiler, kuyumcular, halıcılar, antikacılar ve diğer ürünler olmak üzere kabaca beş kol altında faaliyet gösteriyor. Kazazcılar, feraceciler, serpuşçular ve yorgancılar gibi çarşının pek çok sokağı adlarını bir zamanlar burada belirli bir disiplinle kümelenmiş olan esnaf ve zanaatkar loncalarından alıyor. Günümüzde ise esnafın dağılımı karışık bir düzen arz etmekte.
Bu tarihi atmosferi solumaya karar verirseniz giriş için çarşının 11 ana kapısından birini kullanabilirsiniz. Bunlardan çarşının ana caddesi olan Kalpakçılar’a açılan Türk neo-klasiği stilindeki Nuruosmaniye kapısı, alınlığındaki Osmanlı arması ve tuğrası ile en anıtsal olanı. Buradan içeri girdiğinizde ilk olarak sağ tarafta bulunan sandal bedesteni selamlayacaktır sizi. Bedesten adını zamanında burada satılan ipekli bir tür kumaş olan sandaldan almış. Kuruluşundan itibaren iplik ve kumaş ticaretinin merkezi olan bu bedesten, 19. yüzyılda Avrupa’ya tanınan gümrük indirimleri karşısında yerli dokumacılığın zayıf düşmesiyle birlikte işlevini yitirmiş. Harap bir haldeyken 1912’de dönemin şehremini Cemil Topuzlu tarafından tamir ettirilip mezat salonuna çevrilen yapı, 1980’lere kadar bu şekilde kullanılmış. Ardından bir süre halı, turistik eşya, çanta, takı ve giysi gibi ürünlerin satıldığı bedesten 2015 yılı sonunda restore edilmiş. Günümüzde ise burası ünlü bir et lokantasına ev sahipliği yapmakta.
Hemen çaprazda bulunan Cevahir bedesteni ise çarşıda yükselen ilk bina olma özelliğini taşıyor. Sandal bedesteni gibi burası da bankacılık öncesi dönemde değerli malların, mücevher ve paraların saklandığı, tacirlerin sermaye ve birikimlerini emanet ettikleri bir tür kasa görevi görmüş. Adından da anlaşılacağı üzere eski devirlerde daha çok mücevheratçıların bulunduğu bedestende günümüzde ise antikacılar, bakırcılar, saatçiler, ve kuyumcular faaliyet gösteriyor. Yapının Sahaflar, Takkeciler, Kuyumcular ve Zenneciler olmak üzere açıldığı sokakların adıyla anılan dört kapısı bulunuyor. Bunlardan Kuyumcular kapısı üzerinde bulunan kanadı açık kartal kabartmasının Bizans devrinden kalma olduğu tahmin ediliyor. Evliya Çelebi’ye göre bu kabartma, kazanç denilen şeyin havada olan bir kuş olduğunu ve ancak bu kuş incelikle avlanabilirse burada kazanç sağlanabileceğini anlatmakta.
Burayı gezmeye Doğu çarşılarına özgü dağınık karakterli bu sokakların birinden bir diğerine geçerek devam edebilir; ilerisini göstermeyen dönemeçlerde kaybolan sokaklarda saklı duran tatlı sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Fesçiler kapısı yakınındaki Mehmet Öztekin namı diğer Gramofon Baba tam da bunlardan biri. Yarım asırı aşkın süredir gramofon tamiri yapan Mehmet Usta, Türkiye’den ve dünyadan getirilen çok sayıda bozuk gramofona yeniden ses vermiş. Raflarında gramofon parçaları ve taş plakların, duvarlarında fotoğraf ve gazete kupürlerinin olduğu neredeyse üç metrekarelik bu küçücük dükkana ziyaret süresi ise sadece beş dakikayla sınırlı. Bu süre zarfında eğer şanslıysanız, fondaki Zeki Müren, Müzeyyen Senar ya da diğer bir değerli sanatçının muhteşem yorumuyla kulağınızın pasını bir nebze de olsa silebilirsiniz.
Yolunuza devam ettiğinizde çarşının doğrudan geçit verdiği hanlardan biri selamlayacaktır sizi. Çarşıyı kuşatan bu hanlar arasında tarihi dokusunu büyük ölçüde koruyabilmiş olan Zincirli Han, zengin mimari içeriğiyle özel bir ilgiyi haketmekte. 18. yüzyılda tek avlulu ve iki katlı olarak inşa edilmiş olan han çarşının kuzeyinde Tığcılar Sokağı’nda yer alıyor. Üst katında kuyumcu atölyelerinin bulunduğu yapının alt katında ise mücevher ve halı mağazaları sıralanıyor. Han, koyu yeşil, kiremit kırmızısı ve beyaz rengin buluştuğu cephesi, parça taş döşeli zemini, avlusundaki enfes çeşmesi ile göz kamaştırıyor. Özellikle yaz aylarında avluda bulunan ağacın gölgesine sığınıp, han girişindeki çay ocağından alacağınız bir bardak çay eşliğinde bir mola verebilir ve bu hoş manzaranın tadını doyasıya çıkarabilirsiniz.
Çarşı ünü sınırları aşan alışveriş noktaları kadar yeme-içme duraklarıyla da meşhur. Birkaç istisna dışında sadeliğin hakim olduğu bu küçücük mekanların yerli ve yabancı çok sayıda müdavimi bulunuyor. Türk mutfağının zengin çeşitlerinin en iyi biçimde sunulduğu bu mekanlar gelenlere tadı damaklarında kalacak lezzetler vadediyor. Bunlar arasında kahve tutkunlarının çok iyi bildiği Yağlıkçılar sokağındaki Şark Kahvesi, gezinizi keyifle sonlandırabileceğiniz en ideal duraklardan biri olarak öne çıkıyor. Otantik havasıyla fark yaratan bu mekanda kum ateşinde pişen kahvenizi yudumlayıp, önünüzden akıp giden kalabalığın renklerine dalarak günün tüm yorgunluğunu atabilirsiniz.
Tarihin geçit resmi yaptığı bu kadim çarşı hikayelerini anlatmak ve yaşatmak için sizi bekliyor.
Nuray Okutucu