Üzerine kalıp veya fırça ile desen yapılmış bez olarak tanımlanan yazma, Anadolu’nun en ücra köşesindeki evden saraya kadar uzanan zincirde hayatın hemen her anında vazgeçilmez bir öge; kimi zaman tarlada çalışan cefakar Anadolu kadının yemenisi, kimi zaman evin baş köşesininin örtüsü, kimi zaman alın terinin silindiği mendil, kimi zaman sevdiceğin başındaki oyalı örtü, kimi zaman üzerinde yaratıcıyla buluşulan seccade, kimi zaman kat kat çamaşırların saklandığı bohça, kimi zamansa altında sıcacık uykulara dalınan yorgana yüz olmuştur. Bu geniş yelpaze içinde baş örtüleri bir adım daha öne çıkmış, Anadolu kadını gönlünün sesini yazmasının rengiyle oyasıyla dünyaya haykırmıştır.

Sene 1950, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, dünyanın dört bir yanından getirilen sanat eserlerinin yepyeni bir anlamla sergilendiği Paris’teki İnsanlık Müzesi’ne gider. Buradaki incelemeleri sırasında bir eser onu fazlasıyla etkileyecektir. İlk anda hayvan başı biçimindeki tahta oymaya baktığını düşündüğü eserin aynı zamanda bir davul kasnağı olduğunu farkettiği an, sanatçının hayatında adeta bir dönüm noktası olacaktır. Demek güzel olan aynı zamanda yararlı da olabilirdi!

Yurda döndüğünde bu yeni anlayışla ele alabileceği geleneksel sanatlar arasında onu en fazla cezbeden yazmacılık olur. Kaybolmaya yüz tutan bu sanata özgün yorumuyla yeniden soluk verir. Eşi Eren Hanım’la birlikte Kalamış’taki atölyelerinde yaptıkları tasarımlarla kısa sürede büyük mesafeler kat eder. Üretkenliğiyle adeta yedi veren bir güle benzetilen sanatçının yazmaları da aynı resimleri, şiirleri ve mozaikleri gibi ünlenir. Öyle ki Time Dergisi 1953 yılının Eylül sayısında sanatçıya iki tam sayfa ayırır. 

Tasarladığı yazmalarla yurtiçi ve yurtdışı birçok sergiye katılan sanatçı,  sanatseverleri 1951 yılında açtığı ilk yazma sergisine şu sözlerle davet eder: “Yazma halkın malıdır. Yazma az ve öz değerlerle yapılır. Yazma renkleri ve biçimleri hayata karıştırır…Yazma insana ferahlık, sevinç verir… Darısı resmin başına!

Bedri Rahmi, geleneksel yazmaları sanatına bir dayanak noktası olarak kullanma sebebiniyse “Halk Sanatı ve Yazmalar” başlıklı yazısında şöyle açıklar: “Halk sanatında resmin yerini nakış tutar. Ömründe bir tek sahici tablo görmemiş milyonlarca insan vardır, fakat içerisine nakış girmemiş bir tek ev, bir çift göz bulunabileceğini sanmam. Nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken yazmalara merak sardım. Yazmayla resmin bir kardeşliği var. İkisi de kumaş üstüne yapılıyor… ”. Sanatçı, gönül verdiği yazmalar için bir de destan yazar:

Yazma Destanı 

Söylemesi benden, çalıp oynaması Sulukule’den,
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz
Çil çil olmuş boyadan koltuk altları
Yıldız yıldız benleri var sayılmaz.
Yazmacı güzeli onaltı yaşında
Her yanı boya içinde ama alnı açık, aklı başında
Birde karanfili var kulağının arkasında, pembe pembe güler
Yazmacı güzeli Binnaz, hem yazma basar, hem şarkı söyler:
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz.
Her şeyin hası var bu dünyada
Fırının hası var, ekmeğin hası,
Bahçenin hası var, gülün hası,
Çeliğin hası var, insanın hası,
Gel gör ki her şeyin hası çarşıda satılmaz.
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz.
Hele bir yeşili var zehir yeşili
Bir defa bulaşmaya görsün yüzüne gözüne
Vallahi billahi çıkmaz
Hamama da gitsen çıkmaz.
Buna cehri derler (cehri)
Hele bir aklına esmeye görsün sarıya boyar bütün şehri
Cehri dediğin küçük bir tohum
Kaynatırken buram buram Temmuz kokar, tarla kokar, bal kokar.
Buna kırmız derler, kırmızı değil,
Çinimaçinden gelirmiş fitarihinde.
Buğday gibi ekilip biçilerek
Hasadı yapılırmış fitarihinde.
Buna al bakam derler, buna mor
Neyin nesi olduğunu Şaban ustaya sor.
Şaban usta Üsküp’ten gelmiş geleli, otuz yıl olmuş
Üsküdar’da Fıstık ağacından bir tezgâh kurmuş
Aklını fikrini yazmaya vermiş.
Dili birazcık Üsküp’e çalar
Meselâ, gel bir yemek yiyelim, demez de
Yiyelim bir yemek, der…
Şipşak bir sofra kurulur
Tezgahın üstüne bir yazma serilir
Bir yumrukta iki baş soğan kırılır
Dört beşkalem pirzola, burcu burcu kekik
Sanki ömrümüzde yemek yemedik.
Kaynar kaynar balmumuna daldırır
Ihlamur ağacından oyarlar kalıbı
Bir kalıpla onbin yazma basılır.
Kalıp değip geçme, yürek ister, bilek ister, göz ister
Onbinlerce çarpılır birin ayıbı
Kalıbın hasını da Hanımyan oyar
Hanımyan altmışbeş yaşındadır
Galata kulesi kadar yerli, Kız kulesi kadar turfandadır
Bir ellerini görsen bayılırsın
Asur elleri gibi küt küt, çentik çentik emektar eller
Binlerce kalıp oymuş bugüne kadar
Onbinlerce yazma dağda bayırda onun şarkısını söyler
Yazmalar uçun, yayladan geçin
Has rengi, has biçimi, has insanı seçin yazmalar…
Yazmalar uçun, yayladan geçin
Has rengi, has biçimi, has insanı seçin yazmalar…
Yazma üstüne ne söylesem az,
En belalısı siyah üstüne beyaz.
Yazmanın siyahı sıcak ister hamam sıcağı
Sıcak bir şey değil ama, siyah boyanın dumanı
Ne dini vardır, ne imanı
Yazmacıları yıldıran budur
Bu duman çökertir elmacık kemiklerini
Akide şekeri gibi gülen gözleri bulanır
Duman değil zehir, can mı dayanır?
Sonra yazmalar serilir çimene kandil kandil
Işıktan, renkten, nakıştan bir bayram kurulur
Davul zurna sesleri gelir uzaktan
İnsan eliyle tabiat gücü baya güreşirler
Daha sonra Bağlarbaşından denize inilir.
Yazma dediğin balık misali akar suya, diri suya bayılır
Boğazın suları kütür kütür
Has olmayan ne varsa söker götürür
En sonunda yazmalar havalanır öbek öbek
İstanbul’dan deniz kokan, yosun kokan merhaba!
Yurdun her yanına uçup gidecek
Yazmalar uçun yayladan geçin
İyiyi, güzeli, temizi seçin yazmalar!

Ustanın yazma tasarımları bugün, bayrağı babası Mehmet Hamdi’den devralan Sabahattin Rahmi Eyüboğlu ve ailesi tarafından şimdiki adı Mavi Kaplumbağa olan Kalamış’taki dede yadigarı evde sevgiyle, özenle, emekle yaşatılmaya devam ediyor.

Nuray Okutucu